Kültür-Sanat

Jean-Christophe Grangé röportajı

Grange, Doğan Kitap’ın konuğu olarak İstanbul’daydı. Bu röportajı kendi imzamla yayınlamayı çok isterdim tabii; ama kısmet 🙂 O halde bu kez İdefix’in röportajından aktarıyorum…

ÇOĞU O SİLAHIN ELDE BIRAKTIĞI HİSSİ BİLE BİLMİYORDUR


– Gazetecilik geleneğinden geliyorsunuz. Ortak özellikleri olsa bile, kurmaca yazarlığı bambaşka bir alan. Kurmaca bir metin yazmaya ilk nasıl karar verdiniz? Hep içinizde olan bir tutku muydu?

Her zaman yazar olmak istedim. Üniversiteden mezun olduktan sonra hayatımı idame ettirmek için iş bulmam gerekiyordu. O zamanlar, yazmak için yeteri kadar hayat deneyimim olmadığını, yeterince “yaşamadığımı” düşünüyordum. İş dünyasına da çok uyum sağlayamadım. Kendi yolumu bulmakta zorlandığım bir dönemdi. Ne şanslıyım ki çok önemli fotoğrafçılarla tanıştım, onlarla beraber seyahatlere çıkıp haber metinleri hazırlama imkanım oldu. Gazetecilik sayesinde, yalnız gezen bir entelektüelden, tek başına takılan bir adamdan, bir macerapereste dönüştüm ve hayatım bir anda değişti. O noktadan itibaren de, yaşamış olduğum maceraların, kaleme almak istediğim kitapları besleyeceğini fark ettim. Beni bugün bulunduğum noktaya getiren bir tesadüf de, tam da hayatımın bu döneminde polisiye romanları keşfetmem oldu. Çok farklı yazarlardan macera ve polisiye romanları okudum. Bir yandan kendi maceralı hayatım devam ederken bir yandan da bu türde kitaplar okuyordum.

– Kitaplarınızın en güçlü yanlarından biri keskin tasvirler ve etraflıca araştırılmış gizli organizasyonlar. Gazetecilik geçmişinizin size iyi romanlar kurgulamak için bir metodoloji sunduğunu düşünüyor musunuz?

Polisiye roman yazarken, anlattığım ülkeyle ilgili hakiki bilgiler vermeyi tercih ediyorum hep. Gerçekçi olmak, hakikati anlatmak zorlu terimler tabii… Ben bunu şöyle ifade etmeyi tercih ediyorum: Benim metinlerim güvenilirliğin bir tık ötesinde olmalıdır her zaman. Kurguladığınız dünyayı gerçek hayattan unsurlarla beslemelisiniz ki, metninizin güvenilirliği perçinlensin.

Diğer polisiye roman yazarlarına göre başka bir avantajım daha var; gazetecilik geçmişimden dolayı bir aksiyon adamının hayatından izler var benim yaşamımda. Mesela bir dönem ABD’deki çetelerin şiddetle iç içe yaşamlarıyla ilgili bir yazı kaleme almıştım. Çoğu zaman polislerle beraber yola çıkardık, gerçek silahlarla atış talimi yaptığımız bile oldu. Eminim ki eline silah alıp ateşlemiş çok çok az polisiye yazarı vardır. Çoğu o silahın elde bıraktığı hissi bile bilmiyordur. Bu tür şeyleri ayrıntılı şekilde betimleyebilmek için birebir yaşamış olmanın şansına sahibim.

BENİM DAHA ÇOK İLGİMİ  ÇEKEN, İNSAN RUHUNA DAİR SORUNLAR

– Kongo’ya Ağıt adlı kitabınız geliyor aklımıza, Kongo’da o dönemde yaşanan cehhennemvari ortamı tasvir edişiniz… Arkasında nasıl bir çalışma yatıyor?

Kongo’ya Ağıt iyi bir örnek aslında. Kitapta Kongo Savaşı’nı kaleme almaktı amacım. Tabii savaş sırasında oraya gitmek imkansızdı. Savaştan on beş yıl önce Kongo’yu ziyaret ederek uzun bir süre kalmıştım bu ülkede. Hazırladığım haber için pek çok röportaj gerçekleştirmiştim. Ortamın havasını solumuştum. Dolayısıyla, roman için yazı masasına oturduğumda, o hatıralarımı kolaylıkla alıp güncel konularla harmanlayabildim.

– Kurtlar İmparatorluğu gibi ilk dönem kitaplarınızda derin siyasi analizler de var anlattığınız ülkelere dair. Daha sonraki dönemlerinizde siyasi meselelerden biraz uzaklaştığınız tespitine katılır mısınız?

Şunu iyi anlamak gerek. Önce hikayeye dair bir fikrim oluşuyor ve bu hikaye belirli bir bağlamda cereyan ediyor. Bazen bu siyasi bir bağlam olabiliyor bazen de hiçbir siyasi bağlam olmayabiliyor. Benim için her zaman önemli olan şey, anlattığım meselenin aslen o kitaptaki karakterlerin hikayesi olmasıdır.  Daha geniş çerçeveli toplumsal bir meseleyi anlatmak için kurmaca karakterler oluşturan yazarlar vardır, elbette, ama bende tam tersi işliyor. Siyasi ya da sosyal sorunları, anlatmak istediğim kişisel dertler için bir bağlam olarak kullanıyorum ben. Benim daha çok ilgimi çeken, insan ruhuna dair sorunlar.

KELİMELERİN GÖRSEL DÜNYAYA DÖNÜŞMESİ HER ZAMAN BİR HAYAL KIRIKLIĞINA YOL AÇAR


– Son kitabınız Ölüler Diyarı’nda, ressam Goya’ya dair referanslar da kritik önem taşıyor? Neden Goya’yı seçtiniz? Onun üslubu ile romanlarınızda tasvir ettiğiniz dünya arasında bir paralellik var mı?

Goya’ya bakacak olursak, eserlerinin büyük bir kısmı çok karanlık bir vizyonu, kabusları yansıtıyor. Tabii bu kısım benim kitaplarıma da benziyor. Yalnızca benim kitaplarım değil aslında, Gotik romanlar ve korku filmleri de onun yarattığı atmosferden epeyce şey ödünç almıştır bence. Bana kalırsa, Goya korku ve fantastik türlerinin atalarından biridir, özellikle çizgi roman gibi mecralarda.

– Romanlarınızın sinemasal bir dokuya sahip olduğu sıkça söylenir. Kitaplarınız pek çok uyarlamaya da konu oldu, ancak hayranlarınızın çoğunu pek memnun etmedi bu uyarlamalar. Sinema uyarlamaları sizde hayal kırıklığı yarattı mı?

Kelimelerin görsel dünyaya dönüşmesi her zaman bir hayal kırıklığına yol açar. Tabii şöyle de bir şey var. Siz yazar haklarınızı, metniniz sinemaya uyarlansın diye satıyorsunuz sonuçta. Dolayısıyla da şikayet etme hakkınız olmuyor. Arabanızı satıyorsanız bir daha onu kullanamazsınız değil mi, onun gibi bir şey (gülüyor). Bununla birlikte, ben her zaman sinema dünyasının içinde oldum aslında. Ne kadar karmaşık bir ortam olabileceğini biliyorum. Çoğu zaman kitaplarımın uyarlamaları için senaryoyu yazan bizzat bendim. Sürekli o sürece müdahildim. Neler yapılıyor, nasıl sahneleniyor, hep içindeydim sürecin. Şunu gördüm ki, fikrini beyan etmek isteyen bu kadar çok insanın olduğu sinema ortamında, tek bir adamın sanatsal bakış açısını ortaya çıkan şeye yansıtmak imkansız. Bir filmin yapım belgeselini izlerseniz, öngörülmeyen birçok şeyin arka planda cereyan ettiğini görürsünüz. Bunun aksine, bir yazarın yaşamı korkunç derecede sıkıcıdır. Kafanızda kurduğunuz bir şey vardır ve onu yazar, yazar ve yazarsınız. Hepsi bu kadar. Dolayısıyla ben sinema konusunda hep hayal kırıklığına uğradım (gülüyor).

Sinemayı çok sevdiğim ve iyimser olduğum için kitapların haklarını satmaya devam edeceğim sanırım; umuyorum ki bir gün benim kitaplarımdan iyi bir film çekilecektir. Televizyon dizileriyle ise şunu keşfettim: Yapımcıların ve oyuncuların televizyonda nispeten daha az gücü var, televizyonda yazara daha çok güveniyorlar bu tür projelerde.

MESELA OTOPSİ SAHNESİ YAZARKEN PUCCINI DİNLERİM

 

– Düzenli bir yazma pratiğiniz var mı yoksa tılsımlı anların gelmesi için bekler misiniz? Odanızda mı yazarsanız? Günün saatleri sizi etkiler mi? Yazarken bir şeyler dinler misiniz?

Uzun zamandır aynı yöntemi uyguluyorum. Sabah dörtte kalkıyorum. Saat dört ile sekiz arasında yazıyorum, sonra tekrar uyuyorum, tekrar uyanıp tekrar çalışıyorum. Uyuyorum, uyanıyorum, çalışıyorum… Bu böyle gidiyor… Şunu fark ettim ki, en verimli olduğum anlar uyandığım vakitler oluyor. O yüzden gün içerisinde birçok kez uyuyorum-uyanıyorum. Uyandığım zamanlar daha yaratıcı olduğumu düşünüyorum. Yazarken sürekli müzik dinlerim. Yazdığımla hiç alakası olmayan tarzda bir müziktir bu çoğunlukla. Mesela otopsi sahnesi yazarken Puccini dinlerim.

– Hep yazma isteğiyle dolup taşan ama bu arzusunu herhangi bir şeye kanalize edemeyenlere neler önerirsiniz?

Bir yazarsanız, hep yalnızlığın arayışındasınızdır. Dolayısıyla diğer insanların günlük zaman dilimlerinden saparak, onlardan farklılaşarak yaşamak zorundayız. Bu dengeyi bulmak da çok zor. Şöyle bir klişe vardır: Kırsala gidin, dağlara, ovalara çıkıp yalnız kalabilin ki yazabilesiniz. Bunu yaptığınız anda sıkıntıdan ölüyorsunuz! Nasıl ki okulda çocuklar sınıfta çalışıp sonra teneffüse çıkıyorlar, sizin de teneffüslere ihtiyacınız var. Kendinizi izole edip saatlerce çalışıyorsunuz ama sonrasında biraz insan kontağına ihtiyacınız var. Kırsalda çalışayım derseniz, bir bakmışsınız ara verdiğinizde kimseler yok etrafta. Bu iyi bir teknik değil bence.

– Üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?

Geçen sene televizyon için Kızıl Nehirler’deki Komiser Niemans karakterinden yola çıkarak dört bölümlük bir televizyon dizisi senaryosu yazdım. Niemans için dört ayrı soruşturma öyküsü… Sonrasında bu çok hoşuma gitti ve kendi kendime dedim ki, niye bunu ayrı bir kitapta geliştirmeyesin? Bu dört öyküden yola çıkarak dört kitap yazmaya karar verdim. Serinin ilk kitabı Nisan ayının ikinci haftasında Fransa’da kitapçılarda olacak.

Kaynak: İdefix

*

Damla Karakuş

[email protected]

Instagram: biyografivekitap

Ensonhaber

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Antalya Seo tesbih gaziantep escort gebze escort getirbet getirbet 副業 porno film izle herabet giriş moldebet ikili opsiyon bahis vegasslot giriş vegasslot ankara escort çankaya escort escort ankara ankara escort eryaman escort eryaman escort gaziantep escort bayan gaziantep escort
instagram takipçi hilesi gaziantep escort bayan gaziantep escort gaziantep escort